Yerdeniz Öyküleri I - Yerdeniz Büyücüsü

Söz sessizlikte,
ışık karanlıkta,
yaşam ölürken;
bomboş gökyüzünde uçarken parlar atmaca.

Ea’nın Yaradılışı

İlkokul yıllarında kitap okumaya mitoloji ve fantastik kurgu ile alıştım. Doğal olarak rol modelim olan babamın elinden kitap eksik olmaz, bunları çoğu da fantastik kurgu olurdu. Özellikle, Weis ve Hickman’ın Ejderha Mızrağı ve Ölüm Kapısı serileri küçük yaşta imgelem dünyamın zenginleşmesinde büyük rol oynadı. İlerleyen yaşlarda ölümsüz Yüzüklerin Efendisi serisi ile King’in Kara Kule serisi karakterime ciddi şekilde etki etti. Ursula K. Leguin’in Yerdeniz serisini de geçtiğimiz birkaç sene içinde yine babam okurken farkettim ve yakın zamanda ilk kitabını okuma şansım oldu.

Yerdeniz Öyküleri serisinin ilk kitabı Yerdeniz Büyücüsü, Leguin’in oluşturduğu gerçekliğin köşe taşlarını içeren bir kitap. Fantastik bir kurgunun temel öğeleri bu gerçeklikte de mevcut: Büyücüler, ejderhalar ve iyiyle kötünün sonsuz savaşı. Ancak, daha ilk sayfalardan Leguin’in yapıtını diğerlerinden ayıran bazı unsurlar göze çarpıyor.

Hikaye bir takımadada geçtiği için ana ulaşım kaynağı olan denizcilik büyük bir öneme sahip. Leguin denizcilik terimlerinin zenginliğinden sonuna kadar faydalanmış. Kitabı özgün dilinde okuyorsanız sık sık sözlüğe başvurmanız gerekebilir ama terimler, denizciliğe ilgisi olan okurlar için keyifli bir derinlik katmış.

Hikaye, yüzlerce kara parçasından oluşan bir takımadada geçiyor. Bu adalar büyüklüklerine göre bir ya da birkaç köy içeriyor. İnsanlar buralarda tarım, hayvancılık, demircilik vb. işler ile hayatlarını sürdürüyor. Neredeyse her köyde şifacılık, hayvanları kontrol edebilme, havayı kontrol edebilme gibi yetenekleri olan cadılar veya büyücüler (şamanlar) yaşıyor. İşte Yerdeniz serisinin ayırıcı özelliklerinden ilki, büyücü karakterinin toplum içindeki yeri.

Takımadanın birçok bölümünde büyücüler, toplumsal işbölümünün bir parçası olarak yaşıyorlar. Daha güçsüz olanlar, küçük köylerde halkın günlük işlerine yardımcı olmak ve köyü çeşitli rahatsızlıklardan korumak rolünü üstleniyor. Örneğin bir köy büyücüsü, ekinleri zarara uğratacak bir fırtınayı köyden uzak tutabiliyor ya da hayvanları sağaltabiliyor. Toplum ile iç içe yaşama hali bana Anadolu’daki şaman rolünü hatırlattı. Diğer fantastik eserlerde halklar büyücülere alışkın olsa dahi bu derece bir birliktelik ile ilk kez bu eserde karşılaştım.

Büyücülük, doğuştan gelen bir güç olarak anlatılıyor ve doğrudan söylenmese de kalıtsal yolla aktarıldığı anlaşılıyor. Bu güç herkeste aynı seviyede değil. Doğuştan daha yüksek bir güce sahip olanlar, Roke adasındaki büyücülük okulunda eğitim görmeye gidebiliyorlar. Bu büyücülük okulu biraz daha akademik bir eğitim veriyor. Roke Büyücülük Okulu, J. K. Rowling’in Hogwarts fikrine ilham olmuş olabilir. Roke’taki öğretmen - öğrenci ilişkileri ile ziyafetler Hogwarts ile aynı tonda hissettirdi. Hogwarts’tan farklı olarak öğrenciler davet yoluyla çağırılmıyor ve gitmeyi kendileri tercih ediyorlar. Akademik bir eğitim almadan da güçlü bir büyücü ustasından eğitim görebiliyor. Ancak asa taşımak sanki sadece okuldan mezun olanlara has bir özellikmiş gibi anlatılıyor ve asa taşımanın da önem taşıdığını anlıyoruz. Roke’a gitmeyen bir büyücü asa sahibi olabiliyor mu tam anlaşılmıyor.

Kitaptaki ilginç unsurlardan biri de büyünün yapılış şekli. Büyü yapmak için belirli cümlelerin söylenmesi gerekiyor ve bu cümleler de kontrol edilmek istenen varlıkların Eski Dil’deki gerçek adlarından meydana geliyor. Yani bir varlığı kontrol etmek için onun gerçek adını biliyor olmak gerekiyor. Büyü yapmanın temel dinamiklerini İsimci Usta Kurremkarmerruk benden çok daha iyi anlatıyor:

Denizin ismi inien’dir, pekala. Ama bizim İç Deniz dediğimiz denizin, Kadim Lisan’da başka bir ismi var. Hiçbir varlığın iki ismi olamayacağına göre, demek ki inien İç Deniz dışındaki bütün denizler anlamına geliyor. Ve tabii ki, aslında sadece o anlama da gelmiyor çünkü kendilerine özgü isimleri olan sayısız denizler, koylar ve boğazlar var. Yani Denizci Ustası Büyücüler’den birisi, tüm okyanusu, bir fırtına veya fırtına dindirme efsunu ile büyüleyecek kadar çılgın olsaydı, büyüsü sadece inien kelimesini değil. Adalar Diyarı’ndaki, Dış Uçyöreler’deki ve ta uzaklarda isimlerin varolmadığı yerlerdeki denizin de, her köşe bucağının ismini kapsardı. Böylece, bize büyü yapma gücünü veren, bu şekilde bu gücün sınırlarını da çizmiş oluyor. Bir büyücü, sadece yakınında olup ismini tam ve net olarak koyabildiği şeyleri denetimi altında tutabilir. Bu da iyi bir şeydir. Eğer böyle olmasaydı, güçlülerin kötülükleri ve de bilgelerin delilikleri, çoktan değiştirilemeyecek şeyleri değiştirme yollarım arar, Denge’yi bozardı. Dengesi bozulan deniz, üzerinde tehlikelere maruz kalarak yaşadığımız karaları basar ve eski sessizlikte tüm sesler ve isimler kaybolurdu.

Gerçek ismin öneminden dolayı sıradan insanlar ve büyücüler de takma adlar ile tanınıyorlar ve gerçek isimlerini kimseye açık etmiyorlar. Bir büyücünün gerçek ismini bilen diğer bir büyücü, onun tüm büyü gücü üzerinde mutlak hakimiyete sahip oluyor.

İyi kötü düalizmi hikayenin merkezinde yer alıyor. İyinin kötüyü yenmeye çalışması yerine bu iki zıt gücün dengede tutulması mücadelesini görüyoruz. Bilinçli büyücüler, büyü yaparken dengede yaratacakları bozulmayı da göz önünde bulunduruyor.

Tehlikenin gücü, gölgenin ışığı kuşattığı gibi kuşatacağını hiç düşünmedin mi? Sihir, zevk için veya övülmek için oynadığımız bir oyun değildir. Şunu düşün: Bizim Sanatımız’daki her söz, her hareket ya hayır için ya da şer için yapılır. Bir şey söylemeden veya bir şey yapmadan önce, ödemen gereken bedeli bilmen gerekir!

Ana kahraman, Denge’nin ne kadar hassas olduğunu ve neden bozulmaması gerektiğini zor yollardan öğreniyor. İlk kitabın hikayesi de bu öğrenme sürecini ve kahramanımızın çocukluktan yetişkinliğe geçişi konu alıyor. Leguin’in güzel anlatımı ve büyücülüğe benim için yeni yaklaşımı ile Yerdeniz serisinin ilk kitabı Yerdeniz Büyücüsü’nü okumaktan büyük keyif duydum.